“Hay ağzına sağlık oğlum, valla şu oğlan da senin gibi adam akıllı bir üniversite kazansın da başka bir şey istemiyorum. Hadi yavrum annene selam söyle.” Ferhat’ın cep harçlığını çıkartmak için, üniversite sınavına hazırlanan oğluna matematik çalıştırdığı kapı komşuları Suna teyze her hafta aynı cümle ile uğurluyor onu. Belli ki, bir şeyi 40 kere söylersen olur inancının büyük temsilcilerinden.
“İnşallah Suna teyze, sen bekleme, ben çekerim kapıyı” diyor Ferhat, alelacele ayakkabılarını ayağına geçirmeye çalışırken. Akşam üstü evden çıkarken, niye bağcıklı ayakkabıyla komşuya gidersin ki, giysene oğlum ayağına bir terlik rahat rahat, diyen annesini saygıyla anıyor bağcığın ucunu bulmak için ter içinde öne eğilmişken. Dile kolay 5 çocuk büyütmüş elbet haklı çıkacak, ah pişirdi mi acaba bulguru acıktım; diye iç geçiriyor o sırada. Düşünceler nasıl da uçuşup oradan oraya gelebildiğini fark edip gülümsüyor.
Kapının önünde ayakkabılarını bağlarken geçen o saniyeler içerisinde bir anda zaman duruveriyor. Portmantodaki terliklerin altına serili buruşmuş gazete kağıdındaki küçücük başlık gözünde büyüyüveriyor. “Türk Beyin Takımı seçmelerine katılmak için aşağıdaki soruları çözüp gönderin.” Kendini bildiği ilk günden beri matematiğe ve mantık sorularına ayrı bir ilgisi olan Ferhat sorulara şöyle bir göz gezdirince, eline ilk kez pamuk şeker verilmiş bir çocukçasına heyecanlanıyor.
“Bilim Teknik Dergisi’nin arka kapağı dışında, başka bir yerlerde de zeka sorularıyla uğraşan bir grup insan var demek. Türk Beyin Takımı diye bir şey bile varmış hatta! Ya oğlum Ferhat sen bunu nasıl kaçırdın?” diye söyleniyor kendine. Kaşla göz arası terlikleri bir kenara alıp gazete kağıdının o bölümünü yırttığı gibi pantolon cebinin derinliklerine iterek heyecanla kapıyı arkasından çekiyor.
Ferhat sen neredesin ya? Biz de seni arıyoruz!
İTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği’ne girmek için üniversite sınavı maratonunu atlatalı henüz 1 sene olmasına rağmen kendini yeni bir zorluğun içine atma fikri ürkütmüyor Ferhat’ı. Gazetedeki sorularda onda hayranlık uyandıran kıvrak bir zeka var. Ve onu bu denli heveslendiren şey Türk Beyin Takımı seçmeleri değil, böylesi keskin zeka soruları hazırlayan eşsiz bir kaynağa ulaşabilme olasılığı.
Bu ülkede kendisi gibi hobi olarak akıl oyunlarını, zeka bulmacalarını hoşlanan birileri var. Bu ülkede problem çözmekten haz alan ve zekasını zorlamayı seven birileri var. Kendinden birileri ile tanışma fırsatı büyülüyor onu. Dahası bugüne dek sadece Bilim Teknik Dergisi arka sayfasında gördüğü tip soruları hazırlayan muazzam bir / bir kaç dehayı dünya gözü ile görme şansı var.
İnsan çoğu zaman sadece keyif aldığı için yaptığından hobim diye adlandırdığı bir uğraşın kendisine yeni bir yaşam armağan edebileceğini düşünmez. Kimse bizden istemediği ve zorunlu olmadığımız halde sıklıkla yaptığımız, sadece karşılığında hissettiğimiz manevi haz için mutlak zaman ayırdığımız bir uğraşın bize söylediklerini çoğu kez işitmeyiz. Hayat bir çok kez gerçek tutkumuzu, yaşam amacımızı ve güçlü yönlerimizi burnumuzun dibine sokmuştur ancak zihnimizin prangaları içinde bir hobinin insana parladığı bir kariyer getirebileceğini görmeyiz.
Nitekim 1992 yılının o soğuk sabahında İstanbul Erkek Lisesi’nin bahçesinde seçmelere katılan yaklaşık 100 gençten biri olan kahramanımız da bunun gelecekteki kariyerinin ilk adımı olduğunu hayal etmiyordu. Yıllar sonra o güne dönüp baktığında; tüm bu oluşumun mimarı Nevzat Erkmen’le tanıştığında duyduğu hayranlığı, sınav sırasında çok keyif aldığını ve kendisiyle aynı dünyadan, aynı kafa yapısından, aynı bakış açısından olan insanlarla bir arada olmanın getirdiği o tarifsiz mutluluğu hatırlayacaktı. Ne de olsa olaylar geçip gider, hissedilenler baki kalırdı.
Dönelim hikayemize.. Sınav sonrası sessiz sedasız geçen bir kaç hafta akabinde Ferhat merak içinde Nevzat Bey’i arayıp sınav sonucunu sorduğunda telefondaki ses ondan da meraklı bağırıyor:
“Oğlum sen nerdesin? Biz de seni arıyoruz! Gazetede de yayınladık görmedin mi? 6. oldun, yedek takımdasın, atla gel yanıma.”
Altın Madeni
80’lerin Türkiye’sinde Cumhuriyet gazetesinde Zekâ Oyunları köşesini yöneten ve 90’larda Dünya Zekâ Oyunları Federasyonu’nun kurucu üyesi olarak Türk Beyin Takımı’nın kaptanlığını üstlenen Nevzat Erkmen gibi bir üstadın onu yanına çağırması Ferhat’ı öyle çok gururlandırıyor ki koşarak gidiyor hocanın yanına.
Bak oğlum, diyor Nevzat Hoca. “Türk Beyin Takımı 4 kişi, Türkiye’yi bu sene Dünya Zeka Oyunları’nda temsil edeceğiz. Ama takımdakilere son dakika bir şey olursa yedeklerden götüreceğim. O yüzden hazırlıklarda ortadan kaybolma, bol bol soru çözeceğiz!”
Ferhat öyle değerli bir altın madeninin ortasında buluyor ki kendini değil ortadan kaybolmaya, bir an bile oradan ayrılmaya niyeti yok. O güne kadar ulaşamadığı muazzam zeka oyunları ayağına gelecek ve kendisi gibi düşünen, sorgulayan, merak eden insanlarla birlikte aynı vizyonu paylaşacak. Daha ne istesin ki bir insan?
Böylelikle Ferhat üniversite derslerinden arta kalan tüm zamanını takıma adamaya başlıyor. O sene asıl takımda yer alamasa da, tüm süreci yakından görüyor, bol bol soru çözüyor ve kendine zeka oyunlarıyla dolu yeni bir evren yaratıyor. Bu evren bundan sonraki tüm yıllarını içinde geçireceği ve sonrasında içinde ekmek kapısını inşa edeceği bir sığınak. Tabi o zamanlar Ferhat’ın bundan haberi yok.
Zeka oyunlarında potansiyelini fark ettiği ve kendini geliştirdiği o 1 yılın sonunda takım seçmelerine yeniden katılıyor. Ancak seçmeleri yine geçemiyor ve 1 sene daha yedekte beklemeye devam ediyor.
Ferhat ilk 4’e giremediği için her ne kadar hayal kırıklığına uğramış olsa da içinde bulunduğu bu cazibeli yaşama küsmeyi bir an bile aklından geçirmiyor.
Ayrıca bakınız; Haddini Aş Hikayeleri 82: Nazım Salur
İnsan ancak derin bir tutku hissettiği bir alanda canla başla çalışmaya ve başarısızlıklarına rağmen pes etmeyerek azimle denemeye devam edebilir. İşte Ferhat’ın bir sonraki sene, 3. denemesinde, 95 yılı asıl takımına seçilmesi böylesi bir azmin sonucu gerçekleşiyor.
Ve Ferhat’ın da içinde bulunduğu takım ertesi yıl Beyin Olimpiyatları’nda Dünya 3.sü olarak tarihi bir zafere imza atarken, Ferhat ömrü boyunca bu zeka ve oyunlarla dolu evrenin içinde var olmak istediğini iliklerine kadar hissediyor.
Çengel Bulmacalar Ülkesi
Takımdaki ikinci yılında antrenmanlar dolu dizgin devam ederken bir taraftan da işin asıl mutfağının yani soru ve oyun kurgulama işinin ne denli önemli olduğunu fark ediyor Ferhat.
O dönemlerde Nevzat Hoca’nın liderliğinde dünyanın dört bir yanındaki kaynakları didik didik ederek Türkçe’ye çevrilen sorular üzerinden çalışıyorlar. Bir de ekipteki belli başlı bir kaç ismin sıfırdan hazırladığı sorular var. Ancak tüm bunlar bir elin parmaklarını geçmiyor.
Takımla birlikte gittiği yurtdışı yarışmalarda diğer ülkelerde zeka oyunları özelinde bir çok kaynak olduğunu ve bu işe kafa yoranların otoritelerce oldukça desteklendiğini fark ettiğinde, Ferhat’ın içi cız ediyor. Türkiye o dönem emekliler tarafından sahiplenilen çengel bulmacalar ülkesi..
Ülkemdeki genç beyinlere adam akıllı kaynak sağlasak, onları doğru materyallerle tanıştırsak, bizden ne harika yetenekler çıkar, diye hayıflanıyor içten içe. Ve Türkiye’de bu konuda maddi manevi ne kadar yalnız bırakıldıklarını derinden hissediyor.
Hissettiği bu rahatsızlık onda Türk gençleri için daha fazlasını yapma arzusunu kamçılıyor. 97’de Nevzat Hoca’ya vizyonunu anlatarak binbir emekle girdiği beyin takımından ayrılıyor ve dümenini zeka soruları hazırlamaya doğru kırıyor.
Oğlum Sen Ne İş Yapıyorsun Allasen?
90’lı yılların sonunda bir çok insanın hayalini süsleyen ve mezunlarının büyük kurumlar tarafından havada karada kapıldığı bir okul olan İTÜ Elektronik Elektrik Mühendisliği’nden anlı şanlı mezun olmuş bir gencin, güçlü bir kariyer hevesiyle, kimsenin pek de ciddiye almadığı oyunlar alemine artık veda etmesini bekleyebiliriz, değil mi?
Hikayedeki kahramanımız ise oyun dünyasının derinliklerine iyiden iyiye dalarak, beyin takımındaki aktif görevlerinin yanı sıra 2001’de Oyunevi isimli bir şirket kuruyor. Bir web sitesi kurup, yurtdışındaki belli başlı kaynaklardan bulduğu oyunları Türkçe’ye çevirerek siteye yüklüyor.
Zamanla kendi kurguladığı oyunları da sitesine yüklemeye başlıyor. Ve 2001 yılına geldiğimizde Oyunevi online oyunların yanı sıra büyük kurumlara iletişim, yaratıcılık, takım olma, farklılıkları kabullenme vb bir çok konuda oyunlar kurgulayan bir eğitim şirketine dönüşüyor. Ferhat mesleğini “oyun kurucu“ olarak tanımlıyor.
Tabi bu işi o dönem hem kurumlara, hem de eşe dosta anlatmak zor. Hele ana babaya anlatmak en zoru. Aklını her zaman takdir ettikleri küçük oğulları mühendis olacağına, ne idüğü belirsiz bir işin peşinde yıllardır. Üniversite sonrası bırakır diye düşünmüşler ama nafile. Üstelik maddi manevi götürüsü getirisinden fazla. Oyun işlerine kafayı takıp gül gibi kariyerini yaktı diye dertleniyor annesi arada. Anne Ayşe Hanım oğlunun işini konu komşuya açıklayamıyor bir türlü. Ferhat’a sıkça hayıflanarak soruyor: “Oğlum sen ne iş yapıyordun Allah aşkına? Unutup duruyorum, bulmaca, oyun filan diyorum sorana.”
Ne zaman ki Türkiye’de Sudoku’nun bir anda popüler olduğu yıllara geliyoruz, annemiz o zaman anlatıyor göğsünü gere gere: “İşte benim oğlan bunları hazırlıyor!”
Kaptan Bunlar Sınavda Çıkmıyor!
Sene 2003.. Ferhat Türk Beyin Takımı’ndakileri olimpiyatlara hazırlamaya devam ediyor ancak bir taraftan içinde büyük bir arzu var:
“Sadece takımda değil, asıl Türkiye’de zekasını doğru kullanan nesiller yetişmesi lazım. Bu ülkenin düşünen, sorgulayan, meraklı ve problem çözmeye hevesli insanlara ihtiyacı var.”
İşte yayın hayatına tam 12 yıl devam eden Akıl Oyunları Dergisi böyle bir niyetle doğuyor. Türk Beyin Takımı, dergi sayesinde Türkiye’de zeka sorularına meraklı her kesimden insana ulaşmaya, gelişimlerine destek olmaya başlıyor ve bir çok kişinin yaşamını dönüştürüyor.
2005’te çok sevdiği hocası Nevzat Erkmen Türk Beyin Takımı’ndaki kaptanlık görevini Ferhat’a devrettikten sonra, Ferhat Türkiye’deki eğitim kurumları ile iş birliği yaparak zekayı etkin kullanma stratejilerini derslere sokmak istiyor, ancak “sınavlarda bu çıkmıyor” bahanesiyle hem okul yönetimleri hem de veliler tarafından pek çok kez reddediliyor. Oyun en nihayetinde diye bakılıyor, test çözdürmüyor ki..
Bir insana; özellikle yaşamının erken yıllarında mantık yürütme, problemlere bütünsel bakma, daha da önemlisi karşılaştığı bir problemle başa çıkma gayreti aşılama, pratik çözüm üretme gibi hayatın her alanında işine yarayabilecek yaklaşımları öğretmenin değeri o dönem maalesef yadsınıyor. Ve ne yazık ki dünyadaki pek çok ülke bu konuda genç beyinlere uzun yıllardır yatırım yaparken, 2000’li yılların başında olmamıza rağmen, bizler kapalı kabuklarımızda test sorusu çözmeye devam ediyoruz.
Milli Eğitim Müdürlükleri, Bakanlıklar, Özel Eğitim Kurumları.. Beyin Takımı olarak çalınmadık kapı bırakmıyorlar ve nihayet 2012 yılında Zeka Oyunları seçmeli ders olarak müfredata alınıyor.
Türk Beyin Takımı Ferhat’ın kaptanlığında bugüne dek özellikle bu dersi veren bir çok öğretmeni eğitmiş ve yine eğitim öğretim dünyasını pek çok farklı kaynakla tanıştırıyor. Bugün Türkiye’de yüzlerce okulun binlerce öğrenciyle katıldığı Beyin Olimpiyatları düzenliyorlar. Ve mantık yürütmenin, etkin zeka kullanımının ve problemlere farklı açıdan bakabilmenin ipuçlarını 7’den 70’e ulaşabildikleri herkese var güçleriyle anlatmaya devam ediyorlar.
Hikayemi, Ferhat’ın bir Karadeniz Köyü’nde okuma yazmayı kardeşinin kitaplarına bakarak kendi kendine öğrenmiş ve azimle dışarıdan okul bitirmiş canım annesine seslenerek bitiriyorum.
“Merak etme Ayşe annem, oğlun bugün genç beyinler ülkeyi terk etmesin, burada da potansiyelini gerçekleştirecek imkanlar bulsun ve toplumca dünyayı yakalayalım diye emek veren çok değerli insanlardan biri. İçin rahat olsun annem, için rahat olsun..”
Comments