Birçoğumuz hem kendimizi hem tanıştığımız insanları ‘’ortalama insan profili’’ ile kıyaslayarak değerlendiriyoruz.
Eğitimimiz, kariyerimiz veya sosyal hayatımız ortalamadan çok sapınca kaygılanıyoruz. Çocuklarımız ortalamaya göre gelişim kaydetmeyince onlar hakkında türlü endişeler üretiyor zihnimiz.
Çünkü ‘’ortalama olmak’’ güven verdi bugüne kadar. Çünkü güven vermesi istendi. Çünkü sistemin hayatı söz konusuydu.
Ancak size bir haberim var: Yaşadığımız yüzyılda ’’ortalama olmak’’ artık bir sorun haline geliyor. Bu yüzyıl, başarılı olmak için ortalamanın dışına çıkmamız, kendi yolumuzu kendimiz çizmemiz gereken bir yüzyıl.
Peki ortalamadan sapmanın tehlike olarak görüldüğü bir dünyada bunu nasıl başaracağız?
Yazımda Todd Rose’un ”Ortalamanın Sonu” kitabından aldığım notlardan faydalanacağımı belirtmek isterim.
Ortalamacı Anlayışın Geçmişi
Adolphe Quetelet
Bilim insanlarının, okulların, şirketlerin bu ”ortalama insan” kavramının hiç anlatılmamış öyküsü, adını birçoğumuzun duymadığı bilim insanı Adolphe Quetelet isimli gencin 1819’da mezun olmasıyla başladığı hikayeyi anlatıyor kitabında Todd Rose.
”Toplumu yönetmek için bir bilim geliştirmek mümkün mü?” diye soruyor kendine Quetelet.
Hayatını gökcisimlerinin gizemli dönüşlerindeki saklı örüntüleri nasıl tespit edeceğini öngörerek geçiren bu genç, yeni bir amaç edinmişti: Astronominin yöntemlerini insanlarını incelemek için kullanacak, sosyal fiziğin Isaac Newton’u olacaktı.
Quetelet’in şansına sosyal davranışı incelemek için elverişli zamanlardı. Çünkü Avrupa, tarihteki ilk ”büyük veri” dalgasının etkisindeydi. Modern veri toplamanın başlangıcıydı, ancak kimse karmaşık verileri faydalı biçimde yorumlayamıyordu.
Quetelet, astronominin ortalamalar yöntemini alıp insanlara uyguladı. Bu karar, bir devrime yol açacaktı.
Quetelet’e göre ortalama insan mükemmellik demekti ve ortalamadan sapan bireylere antipati duyuyordu.
”Ortalama insanın oranlarından ve durumundan farklılaşan her şey, bozukluk ve hastalık teşkil eder.”
Quetelet’in bir deha olarak görüldüğü bu dönemde, hükümetler, vatandaşlarını anlamak ve sosyal politikalar tasarlamak için Quetelet’in sosyal fiziğini temel aldılar.
Sir Francis Galton
Başlarda Quetelet’in sadık öğrencilerinden olsa da sonraları ona en sert eleştirileri getiren Charles Darwin’in kuzeni Galton da Ortalama Çağı’na katkısı olanlardan.
Galton’a göre birey hakkında en önemli şey, ortalamadan ne kadar iyi veya kötü olduğuydu. Yani bireyin ortalamadan sapmasının ”hatayı” temsil ettiği görüşünü reddetti.
İnsanlığı 14 sınıfa ayırdı. ”Embesiller” en düşük derece, ”sıradanlar” orta derece, en yüksek derecede ise ”üstün” olanlar vardı.
Frederick Taylor
1880’lerde, Amerika’nın tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine geçtiği dönemlerde, Taylor sanayi dünyasında isim yapmak istiyordu. Öyle bir istekti ki bu, Enterprise Hydraulic Works’te çalışmak için Harvard’ı bırakmıştı. Çünkü o dönemlerde bir şeyler üretmek ve monte etmek bugünün Silikon Vadisi gibi sonsuz fırsatlar sunuyordu.
Pompa şirketinin aile dostlarına ait olması sayesinde Taylor’un bu isteğini gerçekleştirmesi hiç de zor olmadı. Ağır işlerde az çalıştı. Fabrikayı gözlemlemek ve işleyişi hakkında düşünmek için bolca vakti vardı.
Ortalamacılığın temelini oluşturan ”bireysellik önemli değil” fikrinin işletmelerde verimsizliğe son vereceğine inandı.
”Geçmişte insan öncelikliydi, gelecekte sistem öncelikli olmalı.”
Taylor’a göre işletme kendi sistemini ne kadar özel olursa olsun bireysel çalışanlara uygun hale getirmemeli, bunun yerine sisteme uyan ortalama insanları işe almalıydı.
Bir işi yapmanın ”bir tek en iyi yolu” vardı ve işçilerin işini kendi bildiği gibi yapmasından kötüsü yoktu.
Bireyin öneminin olmadığı, standartlaşmış bir sistem amaçladı Taylor ve zamanla ”Taylorculuk” olarak anılan sistem tüm dünya endüstrilerine yayıldı.
Eğitimde Taylorculuğu savunanlar ise, okullarda özel yeteneği teşvik etmeye çalışmak yerine ortalama bir öğrenci için standart eğitim sunması gerektiğini söylediler.
Örneğin John D. Rockefeller’in kaynak sağladığı ”Genel Eğitim Kurulu” adlı organizasyon, 1912 yılında Taylorcu yaklaşımı açıklayan bir makalede şu satırlara yer veriyor:
”Bu insanları veya çocuklarını filozof, alim veya bilim insanı yapmaya çalışmayacağız. Onların arasından yazarlar, hatipler, şairler vaya edebiyatçılar çıkarmak niyetinden değiliz. Büyük sanatçı, ressam, müzisyen… veya hukukçu, doktor, vaiz, politikacı aramayacağız; bunlara bolca sahibiz… Kendimiz için belirlediğimiz görev basit olduğu kadar güzel de… Çocuklarımızı küçük bir topluluk olarak organize edeceğiz ve onlara anne ve babalarının kusurlu biçimde yaptıkları şeyi kusursuz biçimde yapmayı öğreteceğiz.”
Taylorcu eğitim reformcuları, okuldaki her şeyi belirleyen bir müfredat oluşturdular: Neyin nasıl öğretileceği, hangi derslerin verileceği, nasıl not verileceği… her şey belliydi.
1920’ye gelindiğinde birçok Amerikan okulu Taylorcu eğitim vizyonuna göre organize edilmişti. Her öğrenciye ortalama bir öğrenci gibi bakılıyor, yetenek ve ilgi alanları dikkate alınmaksızın aynı eğitim sunuluyordu.
Ayrıca Bakınız; Harekete Geçmekte Zorlananlar İçin 5 Dakika Kuralı
Edward Thorndike
Taylor’un fikirleri Edward Thorndike tarafından geliştirildi ve üstün öğrencilerle daha aşağıdakileri ayırmak için kullanıldı.
Edward’a göre Taylorcuların hata yaptığı bir nokta vardı: Eğitimin amacı aynı ortalama işe hazırlamak için her öğrenciye aynı ortalama eğitimi vermek olamaz. Okullar öğrencileri yeteneklerine göre seçip ayırmalı.
”Nitelik, eşitlikten daha önemlidir.”
Ve çağımız eğitim sistemi tam da Thorndike’nin amaçladığı gibi işliyor. Öğrenciler standart eğitim müfredatımızdaki performanslarına göre değerlendiriliyor. Ortalamanın üstündekilere ödüller ve olanaklar sunulurken, ortalamanın altında kalanlar küçümseme ve kısıtlamalarla karşılaşıyor.
Ortalamcılığın bir bedeli vardı elbette.
Başarılı olmak için çoktan tanımlanmış standartlara uymak için çabaladık durduk. Herkes gibi olmaya çalıştık. Eşsizliğimiz, başarı yolunda bir engel olarak görüldü bugüne kadar.
Ancak o günler geride kalalı çok oldu. Geleceğin dünyasında başarılı olmak için bireyselliğimizi ön plana çıkarmalıyız. Kendi doğamızı keşfetmeli, isteklerimizi kendimiz belirlemeli, hiç ayak basılmamış yollardan yürümeliyiz.
Çünkü geleceğin dünyası yaratıcılığın, duygusal zekanın, eleştirel düşünmenin öne çıktığı bir dünya olacak.
Peki bireyselliği anlamak ve geliştirmek için neler yapabiliriz? Todd Rose’un sunduğu şahane öneriler ile devam edelim:
Bireyselliğin Prensipleri
Dalgalılık Prensibi
Bu prensip, karmaşık ve dalgalı bir şeyi anlamak için tek boyutlu düşünmeyi uygulamayacağımızı anlatıyor.
”Başta yetenek olmak üzere anlamlı insani özelliklerin hemen hepsi birden çok boyuttan oluşur.”
Şirketler işe alım ve değerlendirmede genelde tek skorlu sistemleri kullanırlar. Çünkü bu sistem oldukça basit ve pratiktir: Kişi ortalamanın üstünedeyse işe alınır veya ödüllendirilir, altındaysa işe alınmaz veya işten çıkarılır.
Google insan kaynakları bölümünde analist olarak görev yapan Todd Carlisle, bir gün not ortalaması ve test skorları gibi geleneksel skorların çok da iyi olmadığını fark ediyor ve bir deney yapmaya karar veriyor.
Standart test skorları, diplomalar, üniversite dereceleri gibi geleneksel yöntemlerin yanı sıra diğer yöneticilerin de önemsediği daha özgün faktörleri kapsayan üç yüzü aşkın faktörden oluşan bir liste hazırlıyor. (Örneğin: Bilgisayarlara hangi yaşta ilgi duymaya başladınız?)
Carlisle bu faktörlerin hangilerinin çalışan başarısıyla ilişkili olduğunu saptamak için testler yapıyor. Sonuç şaşırtıcı..
Ne test skorları, ne okunulan üniversite, ne not ortalamaları… Hiçbirinin bir öneminin olmadığı ortaya çıkıyor.
”Beni ve Google’daki birçok kişiyi asıl şaşırtan şey, verileri analiz ettiğimizde Google’daki işlerin çoğunda önem taşıyan bir tek değişken bile bulamayışımızdı.” diyor Carlisle.
Sonuç olarak Google yeteneğinin dalgalı profilini keşfeden Carlisle, işe alım kararlarında değişiklikler yapıyor. Bir süredir üniversitelerle ilişiği olmayan adaylara not ortalaması nadiren soruluyor ve adaylardan test skorları istenmiyor. Adayların yetenekleri, tutkuları, o işi ne kadar çok istedikleri gibi faktörlere daha çok önem veriliyor.
”Mesele sadece hangi bilgilerin toplanması gerektiği değil, bunların nasıl sunulacağı. İşe alım paketinde hangi faktörlerin en önemli olarak vurgulanması gerektiğine odaklanmak gerekiyor. Bu deneme, adayların daha eksiksiz bir resminin çizilmesini ve yöneticilerin daha iyi kararlar alabilmesini sağladı.”
Bağlam Prensibi
”İnsanlar belirli bir bağlam içinde tutarlıdır.”
Şirketler adayları çekebilmek için birbirinin neredeyse aynısı iş ilanları yayınlıyorlar. Todd Rose, Bağlam prensibi çalışanın özüne değil de çalışandan beklediğimiz performansa ve bu performansın sergileneceği bağlama odaklanmayı öneriyor ve Lou Adler Group’un yaklaşımından söz ediyor.
”Performansa dayalı işe alım” yöntemini benimseyen Adler, işverenlerden istedikleri kişiyi tarif etmek yerine öncelikle yaptırmak istedikleri işi tarif etmelerini istiyor.
”Şirketler daima iletişim konusunda yetenekli birini istediklerini söyler. En çok aranılan yeteneklerden biri budur ama her yönüyle ‘iyi iletişimci’ olmak diye bir şey yoktur. Belirli bir işte çok farklı iletişim yeteneklerine ihtiyaç duyabilirsiniz ve birinin bunların hepsinde iyi olması mümkün değildir.” Adler
Örneğin müşteri hizmetlerinde çalışıyorsanız iyi iletişim, bir müşterinin problemini anlamak için sorular sormaktır. Eğer muhasebeciyseniz, iyi iletişim satışlardaki açığın kazançları nasıl etkilediğini üst düzey yöneticiye anlatmak olabilir.
Adler Group, on bini aşkın şirketin performansa dayalı işe alım yöntemine geçmesini sağlıyor.
Yollar Prensibi
Birçoğumuz normal olan, herkesin gittiği yoldan saparsak içgüdüsel olarak bir şeylerin yolunda gitmediği gibi bir hisse kapılırız.
Todd’un yollar prensibi tam bu noktada devreye giriyor ve diyor ki: Biyolojik, zihinsel, ahlaki veya mesleki her türlü insani gelişimin tek bir normal yolu yoktur. Hayatımızın hiçbir alanında sabit gelişim merdivenleri yoktur.
”Her zaman birden fazla yol vardır ve muhtemelen sizin için en uygun olanı en az kullanılmış olandır. Cesur olun, yeni yolları ve keşfedilmemiş yönleri deneyin. Bunların sizi başarıya ulaştırma olasılığı, ortalama yolu takip etmeye oranla çok daha yüksek.”
Comments