Alain de Botton'ın, insanı yiyip bitiren statü endişesinin nereden kaynaklandığını ve onu yenmek için neler yapılabileceğini anlattığı, çok vurucu ve ufuk açıcı tespitlerin yer aldığı şahane bir kitap Statü endişesi.
Hadi gelin kitabın her bir bölümde neler anlatılmış, inceleyelim.
Bu özet ücretsiz üyelerimiz içindir. Uluslararası ses getirmiş tüm kitap özetlerimize ulaşmak isterseniz, sizi Kitap Ekspresi'ne davet ediyoruz.
Kitap Ekspresi'nde özetlerimiz artık sesli olarak da sizlerle buluşuyor. Kitap Ekspresi'ne üye olun, hem her hafta bir bestseller kitabın özet ve ana fikirlerine ulaşın, hem dilerseniz özeti okumak yerine dinleyin. Önceki tüm ücretli özetlere de anında ulaşabilirsiniz. Hadi tam burada bekliyoruz!
STATÜ ENDİŞESİNİN NEDENLERİ
1- Sevgisizlik
Sosyal hiyerarşide yükselme arzumuzun arkasındaki baskın dürtü, elde edebileceğimiz maddelerden veya sahip olabileceğimiz güçten çok, yüksek statünün bir sonucu olarak alacağımız sevginin miktarından kaynaklanıyor olabilir.
Başkalarının dikkati bizim için önemlidir, çünkü kendi değerimizin nasıl olduğuna dair doğuştan gelen bir belirsizlikten mustaripiz ve bu ıstırabın bir sonucu olarak, başkalarının değerlendirmelerinin kendimizi nasıl gördüğümüzde belirleyici bir rol oynamasına izin verme eğilimindeyiz.
Başkalarının bize vereceği dikkat ile yükselip, yine onların umursamazlığıyla batmamız, aynı anda hem üzücü hem de gerçekten absürt bir durum.
Öz-imgemizin belirsizliği göz önüne alındığında, maddi açıdan olduğu kadar duygusal açıdan da dünyada işgal ettiğimiz yer konusunda endişeli olmamız şaşırtıcı olmamalıdır.
2- Snopluk
''Snop'' sözcüğü ilk olarak 1820'lerde İngiltere'de kullanılıyor.
O zamanlar Oxford ve Cambridge Üniversitelerinde sıradan öğrencileri aristokrat öğrencilerden ayırmak için adlarının hemen yanına ''sine nobilitate(soylu olmayan)'' ya da kısaca ''s.nob'' diye not düşülürmüş.
Yani sözcüğün kökeni bu kısaltmaya dayanıyor.
''Snop'' başta yüksek statü sahibi olmayan kişiler için kullanılırken, zamanla yüksek statünün yokluğundan rahatsız olan kişiler için kullanılmaya başlandı.
Snoplar, insanları değerlendirirken statü odaklı bir yaklaşım sergilerler.
Belki de snopluğun ardında histerik bir korku yatmaktadır. Kendi duruşundan emin olan kişiler, etrafındakileri aşağılamazlar. Kendini beğenmişlik ve kibrin nedeni derin bir korkudur. Eğer bir kişi, etrafındaki insanlara aslında onun arkadaşlığına layık olmadıklarını hissettiriyorsa bu işin içinde bir aşağılık kompleksi vardır.
Korkunun beslediği snopluk, nesilden nesile aktarılan bir döngü içinde varlığını sürdürür.
Satın alanlarla dalga geçmek yerine, oymalı konsollar satın almanın psikolojik açıdan gerekli olduğu hatta ödüllendirildiği, sevgi ve saygı görmenin barok şatafata bağlı olduğu bir toplumu suçlamak ve sorgulamakta fayda var.
Şaşaalı ev eşyasının tarihi, bir açgözlülük ve görgüsüzlük tarihi olarak da okunabilir; ancak aslında duygusal travmalarla dolu bir tarihtir.
Bu şatafat, aşağılanmanın ve hor görülmenin baskısını ensesinde hisseden kişilerin bıraktığı bir mirastır; bu kişiler sevgiye ulaşmak için yalın benliğin işe yaramadığını kestirmiş, yalın benlik üzerine ekledikçe eklemiş, sonunda onu böylesi şatafatlı bir hale getirmişlerdir.
3- Beklenti
Maddi İlerleme
Bir dizi teknolojik icat, günlük yaşamın kalıplarını değiştirirken bile zihinsel ufku genişletmeye yardımcı oldu: kişinin gelecek yılın geçen yılki gibi ( en az geçen yılki kadar kötü) olmasını beklediği eski döngüsel dünya görüşü, yerini, insanlığın mükemmelliğe doğru her yıl ilerleyebileceğine, yani yeni dünya görüşüne bıraktı.
Eşitlik, Beklenti ve Kıskançlık
Ortaçağ Avrupası'nın öngörülemeyen toprağını işleyen ataların hayal edebileceği her şeyin çok ötesindeki zenginlik ve olanaklarla kutsanmış olan modern toplumlar, ne kim olduklarını ne de sahip oldukları şeylerin yeterli olmadığını hissetmek için dikkate değer bir kapasite göstermişlerdir.
On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılların büyük siyasi ve tüketici devrimleri, insanlığın maddi kaderini büyük ölçüde geliştirirken, psikolojik ıstıraplara neden oldu. Bunun nedeni, bunların bir dizi olağanüstü yeni idealler, tüm insanların doğuştan eşit olduğuna dair pratik bir inanç üzerine kurulmuş olmalarıydı. Ve herhangi bir şeyi başarmak için herkesin sınırsız gücü olduğu inancı yaygınlaşmıştı.
William James, kişinin kendinden memnun hissetme yeteneğinin, her çaba alanında başarıyı deneyimlemeye bağlı olmadığını savundu. Bir şeylerde başarısız olmakla her zaman aşağılanmayacağımızın altını çizdi; sadece belirli bir arzuya veya başarıya gururumuzu ve değer duygumuzu yatırırsak, sonra onun peşinde koşarken hayal kırıklığına uğrarsak aşağılanırız.
Rousseau ise gerçekten zengin olmanın çok fazla şeye sahip olmayı gerektirmediğini öne sürdü; daha ziyade, kişilerin özledikleri şeye sahip olmalarını gerektirir. Zenginlik mutlak değildir. Arzu ile görecelidir.
Ne zaman karşılayamayacağımız bir şeyi özlesek, kaynaklarımız ne olursa olsun daha da fakirleşiriz.
Ve elimizdekilerle yetindiğimiz her an, ne kadar az şeye sahip olursak olalım, işte o zaman zengin sayılabiliriz.
Ayrıca Bakınız; Kitap Özeti: İktidar
4- Meritokrasi
Maddi açıdan bakıldığında, toplumsal hiyerarşide aşağı basamakta olmanın pek de hoş bir durum olduğu söylenemez.
Meseleye psikolojik açıdan bakıldığında ise alçak statü tarih boyunca her zaman acı verici bir sürece yol açmamıştır. Fakirliğin insanın kendine güveni üzerindeki etkisi, toplumların fakirliği nasıl karşıladığı ve yorumladığına göre değişir.
Batı'nın iki bin yıllık süreç boyunca yaşadığı maddi ilerleme tartışma götürmez bir gerçektir, ancak fakir bir kişinin neden illa fakir olması gerektiği ve fakirlerin toplumda ne gibi bir önem taşıdığı gibi sorular modern çağda çok daha acımasız terimlerle ifade edilip açıklanmıştır.
Aşağıdaki üç görüş (kitapta hikayeleriyle birlikte anlatılıyor), modern çağa gelene kadar geçerliliğini korumuş, alçak statüdeki kişilerin konumlarını değerli kılmış ve onların yüreklerini avutmuştur.
1- Fakirler toplumdaki konumlarından sorumlu değildirler ve topluma için en faydalı kesim fakirler olmuştur.
2- ''Alçak statü'' ahlaki bir anlam içermez.
3- Zenginler günahkardır, yozdur ve servetlerini fakirlerden çalarak elde etmişlerdir.
Ancak on sekizinci yüzyılın ortalarına doğru ve metirokrasinin yükselişiyle üç yeni görüş ortaya çıktı ve o güne kadar insanları avutmuş olan görüşlerin altını oymaya başladı.
1- Topluma fayda sağlayanlar zenginlerdir, fakirler değil.
2- ''Statü'' kesinlikle ahlaki anlamlar içerir.
3- Fakirler günahkardır, yozdur ve fakir olmalarının nedeni salak olmalarıdır.
5- Güven
Modern toplumların büyük bir hevesle gerçekleştirmeye çalıştığı temel amaç: miras edindiği ayrıcalıklardan da miras edindiği fakirlikten de kurtulmaktır. Böylece bireyin toplumsal konumu, bireysel başarılarına göre belirlenecektir; bireysel başarı ise her şeyden önce maddi başarı demektir.
Statü artık nesilden nesile aktarılan değiştirilemez bir kimliğe dayanmaz, kişinin hızla değişen ve kaygan bir zeminde yükselen bir ekonomik düzenle ne derece başa çıkabildiğine göre belirlenir.
Ekonominin bu değişen ve kaygan yapısı nedeniyle, statü edinme mücadelesinde kişinin yakasını bırakmayan en belirgin şey, belirsizlik hissi olmuştur.
Endişe, çağdaşımız olan azmin ve hırsın arkadaşıdır; çünkü geçimizi sağlayabilmemiz ve saygı uyandırabilmemiz için bel bağlamamız gereken ögelerin hepsi tümüyle belirsizdir.
Toplumsal hiyerarşide yer edinsek bile edindiğimiz yerin kalıcı olacağına güvenemeyiz. Bu güvensizliği tetikleyen belirsiz ögelere örnekler:
1- İşverene Güvenmek
Çoğu işletmede kimin terfi ettirileceği ve kimin geride bırakılacağı sorusu, tipik olarak işyerindeki en bunaltıcı endişelerden biri haline gelir. Tüm kaygılar gibi belirsizlikten beslenir.
Örgütsel piramitlerin başarılı alpinistleri, görevlerinde en iyi olan çalışanlar değil, sıradan yaşamın genellikle talimat vermediği bir dizi siyasi beceride en iyi şekilde ustalaşmış olanlar olabilir.
2- Global Ekonomiye Güvenmek
Başarısızlık düşüncesi bizi üzüyorsa, bunun nedeni başarının dünyanın bize iyi niyetini bahşetmesi için tek güvenilir teşvik gibi görünmesi olabilir.
İstihdamımızın istikrarsızlığından endişe etmemizin başlıca nedeni beş parasız kalma korkusu olsa da, tek sebep bu değil.
Ayrıca sevgiden dolayı endişeleniriz - ve burada daha önceki temamıza geri dönüyoruz - çünkü işimiz, göreceğimiz saygı ve özenin temel belirleyicisidir.
ÇÖZÜMLER
1- Felsefe
Felsefe ve Kırılmazlık
Felsefe, başkalarının görüşleriyle benlik imgemiz arasındaki ilişkiye yeni bir öge ekledi: sağduyu kutusu. Olumlu ya da olumsuz bütün toplumsal yargılar bize ulaşmadan önce bu sağduyu kutucuğunun içinden geçiyor, onun süzgecine maruz kalıyor; eğer doğruysa daha da güçlenmiş bir halde benliğe gönderiliyor ve değerlendirmeye alınıyor, eğer yanlışsa da bir kahkaha ya da omuz silkmesiyle benliğimize hiç değmeden atmosferi boyluyordu.
Akıllıca Bir Mizantropi
Kendisinden önceki ve sonraki filozofların nesiller boyu sergiledikleri mizantropik yaklaşımı söze döken Chamfort, meseleye çok basit bir yerden bakmıştır: ''Halkın görüşü, görüşlerin en beteridir.''
Halkın görüşünün bu derece kusurlu olmasının nedeni, halkın, görüşlerini akılcı düşüncenin dikenli ellerine teslim etmekten kaçınması ve bunun yerine sezgilere, duygulara ve geleneklere bel bağlamasıdır.
Halkın görüşlerinin son derece sığ olduğunun bilincine varmak biraz acı verebilir belki; ancak bu fark edişle birlikte statü endişemiz biraz dinebilir.
2- Sanat
Sanat eserleri (romanlar, şiirler, oyunlar, resimler ve filmler), gizlice ve derinden derine gönlümüzü fethedebilir, hem mizahla hem de ciddiyetle bize bizim durumumuzu açıklayan araçlar olma işlevini taşıyabilirler.
Sanat eserleri, dünyayı daha hakiki daha sağduyulu ve daha zekice anlayabilmemiz için bize rehberlik edebilirler.
3- Politika
Statülerin, içinde bulunduğunuz belirli topluluğun geleneklerine ve politikalarına bağlı olduğunu unutmamak gerek.
Toplumun başarı beyanının normal veya evrensel olduğunu düşünme döngüsüne takılmak kolaydır. Yine de, tarihsel sürece bakıldığında topluluklar, kimin rütbe kazanmaya değer olup kimin olmadığına dair çeşitli kavramlara sahipti.
Modern Statü Endişesine Politik Bir Bakış Açısı
- Toplumların pratikte “liyakat sahibi” olduklarına güvenildiği için, finansal başarıların mutlaka “hak edildiği” düşünülür.
- Zenginlik biriktirme yeteneği, en az dört ana erdemin varlığının kanıtı olarak ödüllendirilir: yaratıcılık, cesaret, zeka ve dayanıklılık.
- Aralarında şans ve koşullar, hastalık ve korku, kaza ve geç gelişme, iyi zamanlama ve talihsizlik gibi çok sayıda dış olay ve içsel özellik, bir kişiyi zengin ve diğerini yoksul hale getirecektir.
- Rousseau'nun insanların “doğal hali”nde dediği, ormanlarda yaşadığı, bir dükkana girmediği veya bir gazete okumadığı zamanlarda, erkekler ve kadınlar kendilerini daha iyi anlıyorlardı. Ve böylece mutlu bir yaşamın temelini anlamış ve ona çekilmişlerdi: aile sevgisi, doğaya saygı, evrenin güzelliğine hayranlık, başkaları hakkında merak, zevk için müzik ve mütevazı eğlenceler.
- Bir şeyi fark etmekten vazgeçmenin en hızlı yolu onu satın almak olabilir - tıpkı birini takdir etmeyi bırakmanın en hızlı yolunun onunla evlenmek olabileceği gibi.
- Belli başarıların ve sahip olunan şeylerin bize kalıcı bir tatmin sağlayacağına inanmaya meyilliyiz.
- Reklam, duygusal olayların ezici gücüyle karşılaştırıldığında, herhangi bir maddi şeyin mutluluk seviyemizi değiştirememesi konusunda da sessiz kalıyor.
- En zarif ve başarılı araçlar, iyi bir ilişkiden aldığımız tatminin bir kısmını veremez, tıpkı bir aile içi tartışma veya terkedilmenin ardından bize herhangi bir rahatlık sağlayamayacağı gibi.
4- Din
Ölüm
Ölüm düşüncesi her şeyden önce, toplumun ödüllendirdiği bir takım özelliklerimizden sıyrılmamıza neden olur. Statü edinmek için çırpınmamızın değersizliğini ve geçiciliğini yüzümüze vurur.
Ölüm fikri toplumsal yaşama sahicilik kazandırır.
Zenginlik, saygı ve güç bize sadece statümüzü elimizde tutabildiğimiz süreyle sınırlı bir sevgi sunuyorsa eğer ve eğer yaşamlarımızı savunmasız, dağılmış, çocuk gibi ilgi bekler bir halde noktalıyorsak, o zaman koşullu sevgiden uzaklaşmaya başlar, bütün enerjimizi, altımızdaki zeminin ve konumun kayıp gittiği durumlarda bile yanımızda olacak insanlara yönlendirmeyi düşünürüz.
5- Bohemlik
Aklınızdan "bohem" kelimesi geçtiğinde, çıplak saçlar, bol giysilerle şair ya da sanatçı kariyeri olan genç, hippi bir erkek ya da kadın hayal edebilirsiniz.
Bohem kıyafeti artık modern bir tarz olsa da, aslında bohemya 1800'lerin başında başladı. Bu kavram, basit moda giyen, yoksul yerlerde yaşayan, iş yerine sanatı takdir eden bir grup insanı tanımlıyordu.
Orta sınıf ilk olarak Napolyon'un 1815'te yenilgiye uğratılmasıyla ortaya çıktı. Kısa süre sonra bohemler inandıkları hemen hemen her şeye – esas olarak materyalizme – meydan okumaya başladılar. En belirgin haliyle, bohemler, kimin statü kazandığına ve bunun neye dayandığına dair geleneksel kavramları sorguladı.
Orta sınıf maddi ilerlemeyi önemli olarak görürken, bohemler sanata sempati ve bağlılığı takdir ettiler.
Bohem model, mesleğinin maaş güvencesini bırakmış, bunun yerine çaba ve zamanını yazmaya, resim yapmaya, seyahat etmeye ya da değer verdiği kişilere adamaya karar vermiş bir kişiydi.
Amerikalı yazar ve filozof Henry David Thoreau da toplumu terk etmeyi ve ormanda kendi ahşap kulübesine sahip olmayı seçerek bohem kavramını benimsedi.
Thoreau'nun günlüğünün bir sayfasını düşünmek ve ormanı tek başına bir eve götürmek biraz zaman alabilir.
Peki, bohem davranışı rutin yaşamınızda nasıl kullanılabilir? Cevap: Çevrenizde sizinle aynı değer kavramlarına sahip insanları tutmaktır.
***
Eğer henüz ücretsiz E bültenimize üye değilseniz, profesyonel gelişimine yönelik ipuçları için buradan üye olmayı unutmayın.
Kendiniz için daha fazlasını yapmak ve kariyerinizde sıçramak, kendi işinizi kurmak, network edinmek gibi amaçlarınız varsa, adres Haddini Aş Kulübü!
Comments