Dünya tarihindeki en önemli yönetmenlerden olan Tarkovsky, hayatı, hayata bakışı, iç dünyası ve fikirleriyle insanda hayranlık ve heyecan uyandıran bir adam.
Ingmar Bergman, Tarkovsky'nin filmlerini keşfetmesini bir mucizeye benzetir ve şöyle der:
"Birden kendimi anahtarları o zamana kadar bana hiç verilmemiş bir odanın kapısında buldum.
Benim her zaman gitmek istediğim, onunsa rahatça, elini kolunu sallayarak dolaştığı bir odaydı bu.
Cesaretle doldum, bir şeyler kamçıladı beni: Biri çıkmış, benim hep söylemek istediğim şeyi, nasıl yaptığını bilmeden ifade ediyordu. Benim gözümde Tarkovski en büyüktür; filmleri, hayatı bir tefekkür, bir hayal olarak yakalarken, o filmin doğasına sadık yeni bir dil icat etmiştir. "
4 Nisan 1932 tarihinde Rusya'da bir köy olan Zavrazhye'de dünyaya geliyor Tarkovsky. Bir ormanın içindeki küçük bir evde yaşıyorlar.
Babası önemli bir rus şairi, annesi ise edebiyat fakültesi mezunu.
Tarkovsky henüz küçük bir çocukken babası evi terk ediyor.
''Annemle babamın ilişkisi nedeniyle benimle ilgili oldukça zor zamanlardı. Babam bizi terk etmişti. Hayatım boyunca onun eksikliğini hissettim. Çok acıklı dönemlerdi, sürekli babamın dönmesini beklerdim.'' Tarkovsky
İkinci Dünya Savaşının başlaması ve babasının ani gidişi, Tarkovsky'i derinden etkileyen ve hayatını şekillendiren iki olay oluyor.
Çocukluğu annesi, anneannesi ve kız kardeşiyle birlikte geçiyor. Onu annesinin yetiştirmesi karakterinin şekillenmesinde çok etkili oluyor.
Çocukluğunda yaşadıkları, hissettiği yoğun duygular onu büyük ve sıra dışı bir yönetmen olmaya hazırlıyor aslında.
Sanata, özellikle resim ve müziğe yatkınlığı küçük yaşlarda fark ediliyor. Bunun üzerine annesi, oğlunun sanat ve müzik alanında eğitim almasını istiyor. Müzik okulunda ders almaya başlıyor Tarkovsky..
"Dünya mükemmel bir yer olmadığı için sanatçı vardır." Tarkovsky
Liseden mezun olduktan sonra, Moskova'daki Doğu Enstitüsünde Arapça eğitimi görmeye başlasa da kısa sürede ilgisini kaybediyor ve bırakıyor.
Bir araştırma gezisinden döndükten sonra sinema okumaya karar vermesi üzerine Moskova Devlet Sinema Enstitüsü'ne başvuruyor.
“Zaman, insana verilmiş hem tatlı hem de acı bir armağandır. Hayat, var olmak için kendine koyduğu hedeflere uygun bir ruh geliştirmesi için insana tanınmış bir süreden başka bir şey değildir ve insan bu gelişimi gerçekleştirmek zorundadır.” Tarkovsky
Bu okul aynı zamanda o dönemde Rusya'daki en prestijli okul. Dolayısıyla Tarkovsky epey sıkı sınav ve mülakatlardan geçiyor. Tüm aşamaları başarıyla tamamladıktan sonra okuldan kabul alıyor.
Burada dönemin önemli entelektüellerinden olan Mikhail Romm, Tarkovsky'nin öğretmeni, akıl hocası ve büyük destekçisi oluyor.
Öğrenciyken ilk yönetmenlik denemesi ise ''Konsantre'' isimli bir kısa filmle oluyor.
Enstitü yıllarında tarzı yavaş yavaş oturmaya başlıyor Tarkovsky'nin. Hayata çok farklı açılardan bakması ile dikkat çekiyor ve sinemayı düşünce aktarımı olarak değil de manevi bir iletişim aracı olarak görüyor.
Betimlemeyi, bireylerin ruh halini ve doğallığı ön plana çıkarıyor. Bunu öyle bir yapıyor ki seyirci de bir süre sonra kendisini filmin içinde hissetmeye başlıyor.
"Bir keresinde rastgele bir diyalogu kaydettim. İnsanlar kayıtta olduklarını bilmeden konuşuyorlardı. Daha sonra kaydı dinledim ve ne kadar mükemmel yazılmış ve oynanmış olduğunu düşündüm. Karakterin hareketlerinin mantığı, hisleri, enerjileri… Her şey ne kadar gerçekti. Sesler nasıl da heyecanlıydı, nasıl da güzeldi." Tarkovsky
Enstitü yıllarında birçok filme imza atan Tarkovsky, mezun olduktan sonra Vladimir Bogolovun'un hayatını işlediği ilk uzun metrajlı filmi ''İvan’ın Çocukluğu'' filmini çekiyor ve film dünya çapında büyük bir ilgi görüyor. Hatta Venedik Film Şenliği’nde Altın Aslan ödülüne layık görülüyor.
Uluslararası alanda filmleri çok sevilse de, kendi ülkesinin yönetimi tarafından sürekli baskılarlarla karşılaşıyor Tarkovsky. Fakat tüm engellere rağmen, istediği tarzda filmler çekmekten bir an olsun vazgeçmiyor, bir an olsun şüphe duymuyor.
Kendi ülkesindeki imkansızlıklar ve baskılar yüzünden sinemasını başka ülkelerde var etmeye çalışıyor.
Ardından gelen filmleri Solaris, Ayna, İz Sürücü, Nostalji, Kurban gibi filmlerle sinema tarihinde bir devrim yaratıyor adeta.
Çünkü eşine daha önce rastlanmayan filmler ortaya koyuyor. İzleyiciye yaşamın anlamını ve amacını sorgulatıyor. Ve onun filmlerini izleyen, kesinlikle aynı insan olarak kalmıyor.
"Ne olursa olsun; yalnızca bir mal olarak tüketilmek istenmeyen her türlü sanatın amacı; hiç şüphesiz kendine ve çevresine hayatın ve insan varlığının amacını açıklamak, yani insanoğlunun gezegenimizdeki varoluş nedenini ve amacını göstermek olmalıdır." Tarkovsky
29 Aralık 1986 yılında, akciğer kanseri nedeniyle hayata gözlerini yumuyor Tarkovsky.
Ülkesi değerini öldükten sonra anlayabiliyor ancak. Ölümünden sonra 1990 yılında "Sinema sanatına olağanüstü katkısı, evrensel insani değerleri ve hümanist düşünceleri olumlayan yenilikçi filmleri" nedeniyle Sovyetler Birliği'ndeki en yüksek devlet ödüllerinden biri olan "Lenin Ödülü"ne layık görülüyor.
Ayrıca bakınız; Haddini Aş Hikayeleri 82: Nazım Salur
Ölmeden önce bir röportajında ''insanlara ne söylemek istersiniz?'' Sorusunu şöyle yanıtlıyor:
''Sanırım yalnız olmayı öğrenmeleri gerektiğini ve kendi başlarına mümkün olduğu kadar çok zaman geçirmek için uğraşmalarını söylemek isterim.
Bugünün gençlerinin hatalarından biri gürültülü, bazen neredeyse agresif etkinliklerde bir araya gelmeye çalışmaları. Kendini yalnız hissetmemek için bu başkasıyla beraber olma arzusu bence çok talihsiz bir gösterge.
Her insan çocukluktan itibaren kendiyle zaman geçirmeyi öğrenmeye ihtiyaç duyar. Yalnız olması gerekmez ama kendiyle kaldığında sıkılmamalıdır.
Kendi kendine kaldıklarında sıkılan insanlar bana kendilerine verdikleri değer açısından bir tehlikenin içindeler gibi gelir.
Evet, bu dünyadan bir Tarkovsky geçti.
Filmleri, ağır ve izlemesi sabır isteyen filmler. Ancak izledikten sonra hayata farklı bir açıdan bakmanızı sağlayan, bambaşka hislere büründüren, sizi daha derin bir insan yapacak filmler onunkisi.
O yüzden her insan girmeli Tarkovsky'nin o sihirli dünyasına. Bir de o dünyadan bakmalı insana ve yaşama.
''İnsan 16 yaşındayken dünyayı değiştireceğini düşünür. 18 olduğunda düşünceleri sert bir kayaya çarpar. 20 yaşına geldiğinde hiçbir şey değiştiremeyeceğini anlar. 25 yaşında dünyanın onu değiştirdiğini fark eder.
Ve insan 25 yaşında ölür, 75 yaşında gömülür" Tarkovsky
Ne müthiş düşünceler.